Davos ta tartışılan enerji Türkiye’de tartışılmıyor …

Holding patronları Davos’ta, enerji yatırımlarını hızlandıracaklarını açıkladı. Ülke adım adım nükleer yatırımlara gidiyor. Bağımsız bir enerji politikası yok

 

Dünya patronlarının buluşması olan Dünya Ekonomik Forumu’nun 23-27 Ocak tarihleri arasında yapılan bu yılki toplantısında enerji başlığı öne çıktı. İsviçre’nin Davos kasabasında 38’incisi yapılan toplantıya Türkiye’den katılan holding yöneticileri enerji alanında iddialı olduklarını gösterdiler. Anadolu Grubu İcra Başkanı Tuncay Özilhan, küresel kriz nedeniyle yatırımlarda frene bastıklarını fakat enerji projelerini yavaşlatmayacaklarını söyledi.

 

Davos’tan hemen önce enerji konusu kesintilerle gündeme gelmişti. “İklim koşulları kötü. Tüketimimiz arttı” diyen İran, Türkiye’ye verdiği doğal gazı kesti. Aslında “Sibirya soğuğu geldi, İran gazı kesti”, “Rusya’da sorun çıktı, vanalar kapatıldı” vb. söylemler Türkiye’nin her kış yaşadığı olağan gelişmeler haline geldi.

 

Türkiye’nin eli kolu bağlı durumda. Çünkü Türkiye, abartılı gaz talep tahminlerine dayalı olarak imzalanan uzun erimli “al ya da öde” anlaşmaları yüzünden 25 sene doğal gaz almak zorunda. Böyle bir durumda, Türkiye doğal gaz dışındaki seçenekleri ne kadar geliştirebilir?

 

Doğal gaz kullanarak elektrik üreten yap-işlet-devret ve yap-işlet santralleri ipleri ele geçirmiş durumda. 1 Temmuz 2006’da doğal gaz çevrim santrallerinin elektrik vermeyip Türkiye’nin önemli kentlerini saatlerce karanlıkta bırakması hâlâ hafızalarda. Söz konusu santraller devlet sübvansiyonuyla üretim yaptıkları için Hazine’ye büyük yük getiriyor. Ayrıca doğal gaz ve petrol ileticisi BOTAŞ’a da ağır bir yük bindirilmiş durumda. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden ve EÜAŞ’tan tahsilat yapamayan BOTAŞ, faaliyetlerini sürdürebilmek için yüksek faizli kredi alıyor.

 

1954’te arama, üretim, rafinaj, dağıtım, pazarlama yapmak üzere “dikey entegre” yapıda kurulan TPAO, şimdi sadece arama-üretim şirketi oldu. Bu durum dev enerji tekelleri karşısında, ülke enerji piyasasının savunmasız bırakılması anlamına geliyor.

 

Tüm bu alt alta sıralanan gelişmeler, şu soruyu öne çıkarıyor. Türkiye’nin bağımsız bir enerji politikası var mı?

 

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’na göre Türkiye’nin önünde önemli bir yol haritası var. Güler haritanın temel bileşenlerini şöyle açıklıyor: “Sınırlı doğal kaynaklarımızın kullanımında azami etkinliğin sağlanması. İthalat bağımlılığından kaynaklanan risklerin asgari seviyede tutulmasına yönelik olarak kaynak ve ülke çeşitlendirilmesine yönelik stratejilerin hayata geçirilmesi. Enerji teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştırılması...” Fakat natif enerji için atılmış somut bir adım yok. Atılmış tek adım nükleer enerji konusunda.

 

Zaruret iddiası

Nükleer santrallerin kurulmasına ilişkin kanun, 27 Kasım 2007’de çıktı. Atom Enerjisi Kurumu ölçütleri açıklandı. 21 Şubat’ta ilana çıkılacak ve şirket teklifleri alınacak. Enerji Bakanlığı’nın hesaplamalarına göre nükleer enerji 2013 yılında devreye girecek ve kurulacak santral, o günkü elektrik ihtiyacının yüzde 5-6’sını karşılayacak. Mersin Akkuyu hazır. Sinop için de çalışmalar yapılıyor. 5-8 milyar dolara mal olacak nükleer santralın 48 ayda tamamlanması planlanıyor.

 

Bakan Güler, Türkiye’nin nükleer enerji üretimine geçmeye hazır olduğu, bu konuya ilişkin takvimin, uygun şekilde işlediğini belirterek, “Türkiye enerji ile randevusuna hep gecikti. Nükleer enerji kullanımı Türkiye için bir mecburiyet” diyor.

 

Stratejik Teknik Ekonomik Araştırmalar Merkezi(STEAM) tarafından Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen Nükleer Enerji Arenası’nın açılışında yaptığı konuşmada Türkiye’de nükleer enerji yatırımı yapmak isteyen yatırımcılara “hemen gelin” çağrısı yapan Güler şunları söylemişti: “İsterseniz şu anda yasanın uygulanmasını beklemeden yatırım yapabilirsiniz. Mevzuat buna müsait. Gerek hemen şimdi, gerek yasanın şartnamesinin çıkmasıyla yatırım yapılabilir. Bütün hukuki alt yapıyı oluşturmuş durumdayız.”

 

Enerji alanında faaliyet gösteren sermayedarlar da bakanla aynı noktada. Koç Holding CEO’su Bülent Bulgurlu, nükleer enerjinin Türkiye için bir zaruret olduğunu savunuyor. Holding olarak konu ile ilgili süreçleri dikkatle takip ettiklerini söyleyen Bulgurlu, bu konuda bazı yabancı şirketlerle görüşmelerin sürdüğünü açıkladı.

 

Dünya başka bir şey tartışıyor

Bakan Güler, nükleer daveti yapadursun, şirketler nükleer yatırımlara hazırlanadursun, küresel ısınmayla birlikte yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi artmış durumda. Küresel ısınma, enerji kaynaklarının tekrar gözden geçirilmesini ve ülkelerin geleceğe yönelik düşüncelerini yeniden planlamasını da beraberinde getirdi. Sera etkili gazların kullanımına yönelik uluslararası anlaşmalar ve doğal gaz kullanımının fazlalaşması, ülkelerin enerji politikalarının değişiminde etken olmakta. Artık enerji kaynaklarının uzun süre kullanılabilir nitelikte olması öne çıktı. Bunun yanı sıra çevrenin korunması ve küresel iklim şartları gibi konular ayrı bir önem kazandı. 2050’ye kadar dünya için iki senaryo öngörülmekte; bunlardan ilki fosil yakıtların kullanımının artacağı ve doğal gaza olan talebin yükseleceği yönünde. İkinci senaryo ise enerji sistemlerinde devrimin kaçınılmaz olduğu öngörülerek yakıt hücresi ve hidrojen kullanımıyla bütünleşmeye dayanmakta ve hidrojen kullanımı için öncü güç bor madenleri olmakta...

 

Alternatif enerji konusunu, bu alanda önemli çalışmaları olan Van Yüzüncüyıl Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlyas Yılmazer ile masaya yatırdık. Yılmazer bağımlılık projelerinin dışındaki natiflerin konuşulmadığına dikkat çekiyor.

 

Alternatif enerji konusunda ülkemizin potansiyeli enerji ihtiyacını karışlayacak düzeyde midir?

Anadolu yeni ve yenilenebilir enerji zenginidir. Rüzgar, güneş, barajsız hidroelektrik kaynaklarımız ülke gereksiniminin birkaç katıdır. Üstelik devlete yük olunmadan bu alanda projeler hayata geçirmek mümkündür.

 

Soruyu yanıtlarken barajsız hidroelektrik kaynaklarından bahsettiniz. Barajlara yaklaşımınız nedir?

Barajlar ova, tarih-kültür, iklim ve doğal-yapay anıtlar katilidir. Göçlerin en önemli nedenidir. Tam bir mühendislik ayıbı yapılardır. Dünyanın en verimli toprakları akarsu taşkın düzlüklerinde binlerce kilometreden aşındırılarak getirilip biriktirilir. Yukarı Mezopotamya uygarlıklarının kurulduğu Dicle ve Fırat ovaları bir hiç uğruna sonsuza dek katledildi.

 

Şimdi de aşağı son halkası Hasankeyf ve yukarı son halkası Munzur katledilmek istenmektedir. Barajların faydalı ömrü 30-60 yıl gibi kısa bir süreyle sınırlıdır. Keban Barajı için faydalı ömür 526 yıl denmişti. Ancak, 10 yıl geçince 8 türbininin sadece 2’si çalışır duruma düşmüştür. Barajlara bir mühendislik harikası ve enerjisine de yenilenebilir enerji diyen çağ dışı kafalar 50 senedir yönetimde olmadı mı?

 

Türkiye petrol ve doğal gazda dışa bağımlı. Fakat örneğin kömür Türkiye’de mevcut. “Türkiye kendisinde bulunan fosil yakıtları kullansın, bağımlılığı azalsın” tezini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Fosil yakıtlı (kömür, doğal gaz, petrol ürünleri vb.) enerji işletmeleri çevre düşmanı ve çok pahalıdır. Muğla-Yatağan, Tunçbilek, Çan, Elbistan, Gölova-Çukurova ve diğerleri insanı ve doğal çevresini katletmektedir. Doğal gazın yakılmasıyla ortaya çıkan NO, CO ve diğer kimyasalların kansere neden olduğu bilinmektedir. Kyoto Sözleşmesi’ne göre de küresel ısınmaya neden olan egzoz (sürüm) vergisi vereceğiz.

 

Kömürün şu anki kullanılış biçimine de itirazım var.

Nükleer oyununa gelmeyelim

Nükleer enerjinin bir zorunluluk olduğu konusundaki vurguları haklı buluyor musunuz?

 

Nükleer enerji ise insanlık düşmanı atom bombası için gerekli Plütonyumu üretilmesi sırasında ortaya çıkan yan üründür. Atom bombası 1940dan beri yapılırken enerji 1957’den bu yana elde edilmektedir. Nükleer teknolojisinin geliştirilmesinde nükleer enerjinin payı sıfırdır. Başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş ülkeler 1978’den günümüze nükleer enerjiyi hızla terk etmektedir. ABD sadece 1958-1978 yılları arasında, başka bir anlatımla sadece 20 yıl gibi kısa bir sürede nükleer santral kurdu. Sonunda gördü ki bu bir felaket, çıkmaz sokak ve dipsiz kuyu. Derhal vazgeçti.

 

ABD 1978’den günümüz tek bir santral kurmadı. Bir santralı kapatmanın, kurmanın 8–12 kat daha fazla maliyetli olduğunu gördü. Yapım aşamasındaki 100 santralını durdurma gününe kadar harcadıklarını ilgili firmalara ödeyerek durdurdu. 1960’lı yıllardan bugüne zararsız hale sokamadığı santraller elinde kaldı. Örneğin; GE VBWR NPP 9 Aralık 1963’de kapatıldığı halde zararsız hale sokma projesini onaylatamadı. Benzer şekilde Pathfinder ve Fermi I reaktörleri sırasıyla 16 Eylül 1967 ve 22 Eylül 1972’de kapatıldı. Ancak zararsız hale sokma projelerine onay alamadılar. Çoğu firma iflas etti. Hiçbir eyalet bu atıkları kabul etmiyor.

 

ABD’nin Elinde dağlar gibi birikmiş nükleer atık var. Fakat atacak yeri yok. Eğer gözünü Türkiye’ye dikmişse uşaklarıyla birlikte onları inlerine sokmak görevimiz olsun. Ne Sinoplu ve ne de Mersinli bu oyuna gelmemelidir.

tumgazeteler.com

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR