Türkiye ve AB de değişim rüzgârları …
Türkiye, Avrupa ve dünyadan kopmadan ilerleyebilir toplumsal kalkınma yolunda.

AB için de Türkiye artık öteki değil.
Sadece anlaması zor bir ülke. AB reformları, yeni bir anayasa ve Kürt sorunu gibi temel siyasal gündem maddelerinde toplumsal uzlaşma reflekslerinin kırılganlığı anlaşılamayan bir ülke

“ Bir yaz tatili yapamadık, işlerden uzak, sakin sakin ” diyorlar. Brüksel, Berlin, Londra, Paris ve Washington gibi başkentlerde bizzat Türkiye’den sorumlu resmi yetkililer ve uzmanlar hem sitemli, hem de memnunlar.


Sitemliler çünkü Türkiye gündemi tatilde rahat vermedi. İster plajda olsunlar, ister dağ başında, internet üzerinden düştü bilgisayar ve 3G’li telefon ekranlarına bir sürü gelişme: askeri yargı reformu, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin yeniden yapılanması, Nabucco’nun imzası, Putin-Erdoğan-Berlusconi üçlüsünün Güney Akım fotoğrafı, Moskova-Ankara nükleer enerji yaklaşımı, Ankara-Pekin arasında Uygur gerilimi, Kürt açılımı, dinsel azınlık açılımı, Ergenekon açmazı ...
Memnunlar, çünkü sorumlu oldukları alandaki hareketlilik, meslek yaşamlarındaki verimliliği arttırıyor. Türkiye’de değişim ve dönüşümün ivmesi ile, bu dosyaya bakan resmi yetkili veya uzman olmanın cazibesi birbiriyle doğru orantılı.

Bu noktadan ötesi ise, onların, dengeli ve akılcı bir yaklaşım içinde olabilmeleri. Bu karmaşık ülkeyi ve çok sesliliğini anlamak için haber ve analiz kaynaklarını çoğulcu bir anlayışla seçebilmeleri. Türkiye için ise önemli olan, değişim ve dönüşümlerini 21. yüzyılda daha güçlü bir demokrasi, ekonomi ve refah toplumu olmak yönünde yaşamak. Sorunların nasıl çözüldüğü kadar, ülkeyi nereye götürdükleri de önemli.

AB’de Sonbahar Gündemi
Türkiye yaz dönemini hareketli bir gündem ile geride bırakırken, Avrupa Birliği de son bir yılda iyice dağılan önceliklerini toparlamakta. İlk madde kurumsal dosya. Yeni bir Avrupa Parlamentosu seçildi. İç dengelerinde merkez sağın ağırlığı arttı. Merkez sol da etkili olmaya devam edecek. AB Komisyonu’nun da yenilenmesi için geri sayım başladı. En geç Aralık’a kadar yirmiyedi ülke hükümetinin yeni Komisyon Başkanı üzerinde anlaşması ve kendilerinin önereceği birer komiser adayını açıklaması gerekiyor.

Bu arada kurumsal sistemi yenileyecek olan Lizbon Antlaşması’nın onay süreci gecikmeli olarak işlemekte. Gözler 2 Ekim’de tekrarlanacak olan İrlanda’daki referandumda. Bu sefer ‘evet’ cephesi önde gidiyor. Küresel ekonomik kriz İrlandalılarda daha güçlü bir AB bilincini pekiştirmiş. Ayrıca daha önce çekince kaynağı olan bir dizi konuda AB’den güvenceler aldılar. Lizbon Antlaşması onaylanırsa, kurumsal dosya kalınlaşıyor. AB ülkeleri aralarında iki yeni görev için de birer isim bulacak: iki buçuk yıllığına seçilecek bir AB Başkanı ve bir Dışişleri Bakanı. Komisyon için mevcut başkan Barroso üzerinde uzlaşma zemini var sayılır. AB Başkanı ve dışişleri bakanı için ise eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’den İsveç Dışişleri Bakanı ve eski başbakan Carl Bildt’e uzanan bir aday yelpazesi var. Avrupa Parlamentosu ise, yeni kurumsal yapıda daha yetkili olacak. Üyesi olmak istediğimiz, müzakereler içinde olduğumuz, uyum sağlamaya çalıştığımız AB değişiyor.

Alman ekonomisi kıpırdadı
AB düzeyindeki bu gündemle eşzamanlı olarak, her ülkenin ulusal gündemi de birer önemli etken oluşturmakta. Bu sefer ön planda olan ülke Almanya. Zaten, Almanya’da ekonomi ve siyaset hareketlendiği zaman, Avrupa gündemidir artık söz konusu olan.
* Almanya ekonomik krizden çıkmaya başlıyor.
* Almanya’da 27 Eylül’de genel seçimler var.
* Almanya’nın da Lizbon antlaşmasını onaylaması gerekiyor.
Küresel kriz öncesi de başta Almanya ve Fransa olmak üzere Batı Avrupa ekonomilerinde ekonomik büyüme ve işsizlik sorunu vardı. Şimdi herkesin sorunlu olduğu bir dönemde küçük bir kıpırdamanın olumlu etki dalgaları tüm kıtaya yayılıyor. Ağustos ortasında Alman ve Fransız ekonomileri yılın ikinci çeyreğinde yüzde 0.3 oranında büyüdü. Artık biraz daha güvenli, samimi ve daha az müstehzi bir şekilde denebiliyor ki: “en kötüsü geride kaldı”.

Başta Şanghay olmak üzere Asya borsalarının dinamizmi, hükümetlerin geçen yıldan beri aldıkları önlemlerin sonuçları, şirketlerin ilk aylarda erittikleri stoklarını yenilemeleri ve turizm gibi bir çok etken bu olumlu sinyalleri daha parlak kılmakta. Tabii tüm AB ekonomileri aynı iyimserlik hattında değil. Polonya gayet iyi bir çıkış yakalar, İngiltere toparlarken, İspanya, Belçika, Finlandiya ve Hollanda ekonomileri daralmaya devam ediyor. Sonuçta hala “her an her şey olabilir” kaygısı yaygın. Türkiye için ise kaçınılmaz soru artık gündemde: “krizden ilk çıkan ülkeler kervanında yer alabilecek miyiz?”

Berlin’de siyaset ve hukuk
Alman ekonomisi her zaman olduğu gibi tüm Avrupa’yı etkilerken, Berlin’de ‘Büyük Koalisyon’ son günlerini yaşamakta. Hıristiyan Demokrat Angela Merkel ile Sosyal Demokrat ortağı Steinmeier seçim rekabeti içindeler. Bir sonraki hükümet için her formül olası. Liberaller ve Yeşiller de hükümet yolu gözlemekte. Her durumda AB’nin kurumsal güçlenme sürecini ve krizden çıkış için uygulanmakta olan makro-ekonomik disiplini sürdürecek bir hükümet bekleniyor. Hükümetin renginin farklı kılabileceği temel politikalar arasında ise göç ve sosyal entegrasyon dosyası yer almakta. Ankara için dünya atlasındaki en önemli birkaç başkentten biri olan Berlin’deki değişim çok önemli. Ortada ekonomik ilişkilerden, AB üyeliğimize ve Almanya Türkleri bağlantılı dosyalara uzanan ortak ilgi alanları var.

Bu arada Lizbon Antlaşması’nın Almanya’da iç hukuka uygun olarak onayı konusunda yaşanan pürüz giderilmeye çalışılıyor. Sorun şöyle gelişti. Bir çok ülkede olduğu gibi Almanya’da da parla-men- tonun onayı yeter-liydi. Referandum gerekmiyordu. Neredeyse tüm partilerin desteği ile antlaşma 28 Mayıs 2008’da Bundestag’da onaylanmış, Cumhurbaşkanı Köhler de imzalamıştı.
Fakat bazı parlamenterlerin başvurusu üzerine Alman Anayasa Mahkemesi devreye girdi. Başvuru sahiplerinin “AB bir süper devlet oluyor” savını kabul etmedi fakat Alman parlamentosunun AB kararlarında daha etkin bir rol oynamasını şart koştu.

Bunun üzerine hükümet parlamentoyu AB işleri hakkında sürekli bilgilendirme zorunluluğu getiren bir anayasal düzenleme hazırladı ve seçimler öncesi sorunu çözmeyi umuyor. Almanya ve İrlanda’nın yanı sıra, Cumhurbaşkanları imzayı geciktiren Çekya ve Polonya’nın da olası onayı ile Lizbon Antlaşması yıl biterken yürürlüğe girebilecek. Sonra ise daha köprülerin altında çok sular akacak. Avrupa’da ortak ekonomik alan ile siyasal federasyon ülküsü arasında çeşitli katmanlar oluşacak. Türkiye ise üzerinde durduğu demokratik ve ekonomik zeminin sağlamlağına göre Avrupa’da değişim sürecinde bir manevra yeteneğine sahip olacak.

İklim, enerji, siyaset
Avrupa gündemindeki öncelikli bir konuda daha Almanya’dan karışık bir haber geldi. Bu sefer bu ülkenin ulusal gündemiyle alakalı değil. Bonn kentinde devam eden İklim Değişikliği Görüşmeleri Ağustos ayında pek verimli olamadılar. Yıl sonunda Kopenhag’da bu konuda küresel bir anlaşma olasılığı zayıflamakta. Oysa gezegenin yalnızca ekonomik çarklarının zorlanmadığı, aynı zamanda nefes almakta da zorlandığı konusunda uluslararası ortak bir anlayış var. Avrupa Birliği ‘20-20-20’ hedefinin diğer ülkelerce de benimsenmesini umuyor: 2020 yılına kadar yüzde 20 daha az karbondioksit yayılımı ve yüzde 20 temiz enerji kullanımı oranı. Hatta, karbondioksit konusunda AB hedefi yüzde 30’a çıkarmaya da hazır. ABD ve diğer kalkınmış ülkeler uzlaşmaya yakın fakat Çin önderliğindeki bir grup ülkeyi görüşmeleri yavaşlatmakla eleştiriyorlar. Bu arada Danimarka hükümetinin Aralık Kopenhag İklim Zirvesi döneminde öngördüğü toplam 120 bin gecelik otel rezervasyonundan 20 bin geceyi iptal etmesi, bazı çevrelerce giderek artan kötümserliğe işaret etmekte.

AB gündeminde iklim değişikliği ile enerji artık aynı dosya sayılır. Toplumlarda temiz enerji kullanımı bilinci hızla yeşermekte. Elektrik şirketleri rüzgâr enerjisi reklamı yapıyor, Barselona gibi bir çok kent güneş enerjisine toptan geçiyor, hibrid otomobiller olağanlaşıyor, petrol ve otomobil şirketleri petrolsüz araç araştırmalarında ilerliyor, ampuller değişiyor, tüketim alışkanlıkları değişiyor, insanlar değişiyor, toplumsal dönüşüm hızlanıyor.

Bu ortamda Avrupa’nın enerji tedariki güvenliği konusundaki kaygılarıyla, Türkiye’nin enerji politikaları gündemi arasında sağlam bir köprü inşa edilmekte. Nabucco doğal gaz boru hattı anlaşmasının 13 Temmuz’da Ankara’da imzasıyla Avusturya’dan Hazar Bölgesi ve Orta Doğu’ya uzanan yeni bir enerji coğrafyası şekillenmeye başladı. Yüzde 60’ı Türkiye’den geçecek Nabucco toplam 8 milyar dolara mal olacak ve 4,8 milyar dolarlık yatırım Türkiye’ye yapılacak. Bu projeye rakip olarak Moskova’nın desteklediği Güney Akım projesine de Türkiye Karadeniz’deki karasularından geçiş ile katılmayı taahhüt etti. Bu ilk bakışta bir çelişki olarak algılandı. Bazı AB yetkilileri ve medya yorumlarına da böyle yansıdı. Nabucco gibi Türkiye’nin AB üyeliği perspektifini perçinleyen bir anlaşmaya rakip bir projeye verilen destek anlaşılamadı. Sonra hızla Güney Akım kapsamında İtalya, Yunanistan, Bulgaristan gibi AB ülkelerinin rolü hatırlandı. Artık “belki de Türkiye iyi hesaplanmış bir stratejiyi uygulamakta, etkin bir enerji diplomasine geçiş sürecindedir” deniyor. Ve de bazen müstehzi, bazen samimi olarak ekleniyor: “İnşallah”.

Gündem köprüleri
Avrupa gündemi her boyutta karışık. Yaşlı kıtada yeni bir kurumsal, siyasal ve ekonomik coğrafya belirmekte. Bugün için sabit gözüken bir çok etken, koşul ve durum değişecek. Türkiye açısından
fırsatlar dolu bir yakın gelecek var. Yaz boyu bir çok alanda kendi iç gündemindeki hareketlilik olmasaydı, Türkiye AB ile sonbahara yalnızca yılların değişmez dosyası Kıbrıs ile girecekti. Şimdi Kıbrıs diğer konulardaki olası olumlu gelişmelerden iyi etkilenebilir. Örneğin demokratik açılımlarında başarı ile ilerleyen bir Türkiye Kıbrıs yüzünden kolay kolay AB ile krize girmez. Bu sefer gerçekten bir ‘teğet geçme’ durumu olabilir. Yeter ki bu ‘demokratik açılım’ gerçekçi olsun. Kültürel kimlikler ve haklardan, yargı reformuna, parti içi demokrasiden, basın özgürlüğüne her alanda Türkiye artık “sakıncasız demokrasi” olsun. Çağdaş uygarlıklar kulübünün saygın bir üyesi olsun.


Her Avrupa ülkesinin kendi ulusal gündemi AB düzeyindeki uluslararası gündem ile doğrudan iletişim içinde. Bu artık müzakere halindeki bir ülke olarak Türkiye için de öyle. Türkiye sadece kendi içine bakamaz. Ancak Avrupa ve dünyadan kopmadan ilerleyebilir toplumsal kalkınma yolunda. AB için de Türkiye artık “öteki” değil. Sadece anlaması zor bir ülke. AB reformları, yeni bir anayasa ve Kürt sorunu gibi temel siyasal gündem maddelerinde toplumsal uzlaşma reflekslerinin kırılganlığı anlaşılamayan bir ülke.

Değişen Dünya ve Avrupa’da Türkiye için değişim rüzgârları bir fırsat olabilir. Kötümser “hava çok rüzgârlı” der. İyimser “hemen geçer” umudundadır. Gerçekçi ise yelkenleri ayarlar, yoluna devam eder.
Radikal / 24 Ağustos 2009 / abhaber.com

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR