MÜSİAD 2009 Ekonomik Raporu ndan kesitler …

Bugün MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan tarafından açıklanan 2009 Ekonomik Raporu, Türkiye ekonomisi üzerine çarpıcı tespitler yapıyor.

 

2001 krizinden alınan derslerle dünyaya etkileyici bir "başarı hikayesi" sunan Türkiye nin, küresel krizden de gerekli dersleri çıkardığı takdirde, kriz sonrasının en "parlak" ülkesi olmaya aday olduğu belirtilen raporda MÜSİAD ın tespit, görüş ve önerilerine yönelik şu bilgiler veriliyor …

 

MEVCUT KRİZ YALNIZCA "TEKNİK" DEĞİL, "ETİK" BİR SORUN :

Mevcut küresel krizin yalnızca "teknik" bir sorun değil, aynı zamanda "etik" bir sorun olduğu birçok kesim tarafından görülmektedir. Zira, 1980 sonrası neo-liberal süreçlerde "piyasa mekanizmasının" etkinliği açısından kaçınılmaz olan âdil, şeffaf ve hesap verebilir yapılanmalar, zaman içinde maalesef aşındırılmıştır. Gözetim ve denetim mevkiindeki kurum ve kişiler mesuliyetlerini yerine getirmemişlerdir.

 

Bir başka ifadeyle göz göre göre dünya bir krize sürüklenmiştir. Geldiğimiz aşama itibariyle, iktisadî aktörlerin ve piyasaların daha şeffaf ve etkin bir şekilde denetlenmesi için ortak bir kurallar manzumesinin oluşturulması gereğinden bahsedilmektedir.

Böylece "denetleyen" ile "denetlenen" arasında öteden beri sürüp giden paradoksun asgari seviyeye indirilmesi umulmaktadır. Bu yaklaşımların etkin bir şekilde hayata geçirilmesi muhakkak faydalı olacaktır. Ancak bütün bunlara neden olan, küresel kapitalizmin arkasındaki felsefe, zihniyet ve çarpıklıkların açık yüreklilikle üzerine gitmek gerekmektedir.

 

BÜYÜMEDE "FETRET DÖNEMİ" :

Türkiye nin büyüme dinamiğini küresel krizden çok daha önce kaybettiğinin anlaşılması, geleceğin yol haritasının çizilmesi açısından son derece gereklidir. Türkiye nin büyüme trendi, 2005 sonrasında durağanlaşmıştır. Sanayi üretimi 2006-2007 aralığında %9 bandından, %5-6 bandına gerilemiş; büyüme de buna paralel olarak nisbi bir düşüş sürecine girmiştir.

 

BÜYÜME DİNAMİĞİNİN KAYBOLMASINDAKİ SİYASİ VE EKONOMİK NEDENLER :

Büyüme dinamiğinin yavaşlamasının arkasında artan cari açık ve enflasyon başrolü oynarken; ikinci nesil reformların, sivil anayasa çalışmalarının ve AB reformlarının gecikmesi, genel seçimler öncesi, sırası ve hemen sonrasında ortaya çıkan siyasi istikrarsızlık önemli bir etkide bulunmuştur.

 

KÜRESEL VE YAPISAL BİR SORUN OLARAK İŞSİZLİK :

Her şeyden önce işsizlik, yaşadığımız küreselleşme sürecinin temel bir sorunu olarak bütün dünyayı etkilemekte ve ilgilendirmektedir. Son yıllarda, Türkiye de kaydedilen büyümenin mevcut istihdam oranlarına yetmediği açıktır. Bu gelişmede Türkiye nin geç kalmış yapısal dönüşümü ve genç demografik yapısı etkili olmaktadır.

 

KAMU MALİYESİNDEKİ BOZULMAYA DİKKAT:

Hükümet, tedbir paketlerini ortaya koyarken, mali dengelerde belli oranda meydana gelen bozulmayı hafifletecek politikaları da gündeme almalıdır. Zira borçlanma faiz oranları her ne kadar iktisadi faaliyetteki durgunluk nedeniyle tarihi bir seviyede düşük olsa da, içerideki borçlanılabilir fonlar sınırlıdır.

 

Bu nedenle, iktisadi faaliyetlerin canlanmaya başladığı bir ortamda, faiz ve enflasyon oranlarındaki mevcut sürecin hızla tersine dönme riski de bulunmaktadır. Bu şartlar altında, orta vadeli programın uygulanması kamuya belli bir harcama disiplini kazandırılması açısından önem arz etmektedir.

 

ENFLASYONA KRİZ MOLASI :

Talep ve maliyet cephesindeki son gelişmelere göre, yıl sonunda TÜFE nin hedefin altında kalması kuvvetle muhtemel görünürken, bu düşüşün kalıcı olmasını gerektiren yapısal bir dönüşüm ve iyileşmeden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısı ile durgunluk konjonktürünün tersine dönmesi ile birlikte, gerekli reformlar hayata geçirilmez ise enflasyon dinamiklerinin tekrar yükselme eğilimine girebileceği öngörülebilir.

 

Önümüzdeki dönemde ülkemizde, enflasyon ve para politikası görünümünün büyük ölçüde küresel ekonomideki gelişmeler tarafından şekilleneceği düşünülmektedir. Bu nedenle, küresel ekonomiye ilişkin varsayımlar oldukça önemlidir. Bu açıdan bakıldığında küresel ekonomiye ilişkin beklentiler, 2010 yılının başından itibaren bir toparlanma olacağı yönündedir.

 

CARİ AÇIK "ŞİMDİLİK" GÜNDEM DIŞI :

Dış ve iç talepteki keskin daralma, üretim kayıpları ve gerileyen emtia fiyatları gibi nedenlerle, 2009 yılında Türkiye nin ciddi bir dış açık sorunuyla karşılaşmayacağı tahmin edilmektedir. Yıllık bazda cari açığın 10-12 milyar dolar düzeyine gerilemesi, bunun da GSYH nin %1.5 ine denk gelmesi beklenmektedir. Cari açıktaki iyileşme sevindirici olmakla birlikte, TÜFE gibi bu da kalıcı nedenlere dayanmamaktadır.

 

DIŞ TİCARET DARALIYOR, İÇ TİCARET CANLANDIRILMALI :

Dünya ticaretinde genel olarak meydana gelen keskin gerileme, Türkiye nin dış ticaretine de yansımıştır. Bu yüzden, büyümede ihracat kadar artık iç pazar da esas alınmalıdır.

 

KRİZ, TCMB NİN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRMIŞTIR :

2008 yılında mali piyasalardaki hareketleri dikkatle izleyen TCMB, öncü bir rol üstlenmiş, ekonomik durgunluk ortamında hızla gerileyen enflasyon nedeniyle kararlı tutumunu sürdürmüştür. Ancak, enflasyon beklentilerinin oldukça gerilediği bir ortamda belirsizliklerin devam etmesi, daralan kredi kanalları ve kamu maliyesinde görülen bozulma gibi nedenlerle, faizlerdeki düşüşün yeterli olmadığı ifade edilmelidir.

 

BANKACILIKTA RİSK DÜŞÜK, KÂR DÜZEYİ YETERLİ :

Bankacılık sektörünün sağlamlığını gösteren temel oranlardan biri olan Sermaye Yeterlilik Oranı, 2000 yılında %9.3 olmuş, bir ara %24 ler gibi tarihi zirvelere çıktıktan sonra, 2008 sonunda %18 düzeyinde gerçekleşmiştir. Yine sektörün kârlılık performansında ve aktif kalitesinde, son yıllarda istikrarlı bir iyileşme gözlenmektedir.

 

KAMU BORÇLARINDAKİ GELİŞMELER :

Kamu borç yönetiminde son yıllarda yakalan kalitenin, krizle birlikte göreceli olarak bozulmaya başladığı görülmüştür. Söz konusu eğilimin 2009 yılında da derinleşmesi beklenmektedir. Kriz ortamına girilmesi nedeniyle kamu maliyesinde belli bir erozyon oluşması makul karşılanmalıdır.

Ancak bu bozulmanın kontrollü ve öngörülebilir bir takvime göre telafi edilecek tarzda gelişmesi bir zarurettir. Buna göre, 2008 sonu ve 2009 un ilk çeyreği itibariyle kamu borç yönetimindeki kalite unsurlarına bakmak yerinde olacaktır.

 

KRİZE YÖNELİK TEDBİRLERDE ÜÇ KATEGORİ ÇOK ÖNEMLİ :

(i) Şirketlerin borçlarını döndürebilmelerini temin etmek üzere, elden geldiğince kredi kanallarının açık tutulmasını sağlamak (bu noktada kredi garanti mekanizması ve benzeri tedbirler ön plana çıkmaktadır),

 

(ii) İktisadî faaliyetteki küçülmeyi asgariye indirmek üzere, ihracat kanallarını açık tutarken, iç piyasa dinamiklerini de etkin bir şekilde işletmek (bu aşamada harcama çeki verilmesi, vergisel desteklerin devam etmesi ve benzeri tedbirler ön plana çıkmaktadır),

 

(iii) İstihdamı korumak ve işsizlik dalgasının yayılmasını önlemek (bu hususta kamu harcamalarının arttırılması, işsizlik fonunun etkin kullanımı ve benzeri tedbirler ön plana çıkmaktadır).

 

IMF ANLAŞMASINA ACİL İHTİYACIMIZ YOK :

IMF ile yapılması gündemden bir türlü düşmeyen "stand-by" anlaşması konusunda bazı kesimlerin sürdürdüğü ısrarcı tavrın artık terk edilmesi gerekmektedir. Türkiye nin asıl ihtiyacı; IMF ile acil bir anlaşma yapması değil, hızı kesilen yapısal reformlara öncelik vermesidir.

Bu safhada IMF ile ancak yatırım, üretim, istihdam, büyüme ve reformların devam etmesi şeklindeki reel önceliklere ve mevcut krizin getirdiği şartlara göre dizayn edilen yeni bir anlaşma modeli üzerinde mutabık kalınabilir ki bu da şu an için mümkün görünmemektedir.

 

HÜKÜMETİN TEDBİR PAKETLERİ :

Açıktır ki, üretim ve istihdam kayıpları, işsizlikteki artış gibi reel ekonomi kısmında derinleşerek devam eden bozulmanın mümkün olduğunca telâfi edilmesi öncelikli bir konudur. Bu bağlamda, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye de kıt kamu kaynaklarını ve önceliklerini dikkate alarak çeşitli önlemler geliştirmiştir.

 

Kısa vadeli kurtarma çabaları ile, Türkiye ekonomisinin kriz olmasa da içine girmesi gereken uzun vadeli dönüşüm gündeminin elden geldiğince birbirlerinden kopartmaması, stratejik bir tercih olarak muhafaza edilmelidir. Ayrıca, finansal durumlarının yeterliliğine rağmen, bankacılık kesiminin sergilediği ve iktisadî aktörler nezdinde sebep olduğu büyük telaş da yine sorgulanmaya açıktır.

 

KRİZE KARŞI YOL HARİTASI VE ORTAK DİLİN OLUŞTURULMASI :

İlk olarak, "Krizden ne öğrendik ve buna göre kriz sonrasında nasıl bir yol haritasına sahip olunmalıdır" konusunda, ilgili paydaşlar arasında katılımcı ve samimi bir diyalog ortamı oluşturulmalıdır.

 

Unutulmamalıdır ki, belirsizliğin azaltılması için gerekli olan güven, ancak samimi ve çok taraflı katkı ve mutabakatlarla oluşturulabilir. Bu sebeple, eşgüdüm ve istişare mekanizmaları hâlâ önemini korumaktadır.

 

Hiç şüphesiz, ortak bir dilin oluşturulması için sorunlar tespit edilmeli, çözüme yönelik olarak mevcut imkânlar, kısıtlar, araçlar ve öncelikler bir yol haritası çerçevesinde tanımlanmalıdır.

 

SANAYİNİN NİTELİKLİ DÖNÜŞÜMÜ :

Türkiye üretimini yüksek katma değerli ürünlere kaydıracak bir sanayi dönüşümü gerçekleştirmelidir. Bunun için Ar-Ge, Ür-Ge ve inovasyon sahalarında yeni yeni başlatılan atılımlar derinleştirilmelidir.

 

MİLLİ TASARRUFLARIN ARTTIRILMASI :

Türkiye, bir tüketim ve borçlanma ülkesi olmaktan çıkmalıdır. Milli tasarrufları artıracak her türlü tedbir, teşvik ve yasal ortam geliştirilmeli, bunun için bir millî seferberlik başlatılmalıdır.

 

Sosyal Güvenlik Reformu bu anlamda büyük bir hamle olarak görülebilir. Bilhassa küçük tasarruf sahiplerinin etkinlikle kanalize edilebileceği natif yatırım araçlarının oluşturulması ve halkın bunlarla buluşması temin edilmelidir.

 

TEDARİKÇİLİKTEN MARKALAŞMAYA GEÇİŞ :

Geldiğimiz aşamada Türkiye, "küçük Çin" olmak gibi stratejilerle hareket edemez. Aksine, zaman kaybetmeden kendi markalarını oluşturup, ürünlerini bu markalar altında dünyaya pazarlayan bir ülke olmak zorundadır.

 

ÜRETİM İLE PAZARLAMANIN BİRLEŞTİRİLMESİ :

Türk müteşebbisi üretim ile pazarlamayı birleştirmelidir. "Satamadığın mal zayi olduğu gibi, gitmediğin pazar da asla senin değildir" ilkesine göre dışa açılmada etkin modeller, ortaklıklar, işbirlikleri ve projeler geliştirilmelidir.

 

İŞGÜCÜNÜN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ VE İSTİHDAM SEKTÖRLERİNİN TANIMLANMASI :

Türkiye de tarımdaki büyük çözülme, bazı imalat sanayii alt kalemlerindeki küçülme, verimlilik artışı gibi nedenlerle yeni oluşturulan istihdam alanları, tarım sektöründen ayrılanları ve işgücüne yeni katılanları istihdam edebilecek büyüklükte değildir.

 

Bu doğrultuda, özellikle tarımdan kopan kitleler dikkate alınarak, tarım dışı sektörlerde yüksek büyüme hedeflenmeli ve özellikle de iş yaratma kapasitesi yüksek hizmetler sektöründe büyüme teşvik edilmelidir.

 

ORTA VE UZUN VADEDE CARİ AÇIK SORUNUN ÖNLENMESİ :

Küresel krizle birlikte, her ne kadar arka planda kalsa da; cari açık problemine karşı orta ve uzun vadede yeni stratejiler geliştirilmelidir. Bu kapsamda, özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik atılım, öncelikli olarak ele alınması gereken konulardan biridir. Hatta bu husus, cari açık gibi biraz önce değindiğimiz kırılganlıkların azaltılmasına da katkı sağlayacaktır.

 

DIŞ SİYASETTEKİ VİZYONA SAHİP ÇIKILMASI :

Türkiye nin izlediği bölgesel ve küresel dış siyaset, ülkemizin liderlik vasıflarını pekiştirmiş ve önünü açmıştır. Öyle ki, iç ve dış siyaset ile ekonomik ilişkiler birbirini besleyen bir sürece girmiştir.

 

Türkiye deki aktörlerin, bu vizyona göre hareket etmesi gücümüze güç katacaktır. Zaten, işadamlarımızın, uygulanan dış siyasete paralel hareket ederek, önlerine çıkan yeni fırsatları iyi değerlendirmesi, krizdeki hasarı hafifleten faktörlerden biri olmuştur.

 

KÜRESEL KRİZE KARŞI ŞİRKETLERİN DÖNÜŞÜMÜ :

Küresel kriz, Türk şirketlerini önemli bir dönüm noktasında etki sahasına almıştır. Zira birçok sektör, yeni dönemin ruhuna uygun bir yapılanmanın içinden geçerken, kriz bu süreci olumsuz yönde etkilemiştir. O halde, kamu destekleri bu önemli değişimin devamını sağlama yönünde olmalıdır.

 

Bir yanda üretim ve istihdamın korunması için çeşitli kredi ve işletme sermayesi destekleri verilirken, öte yandan şirketlerin kalite, verimlilik, Ar-Ge, Ür-Ge, inovasyon ve markalaşma yönündeki çabaları da desteklenmelidir. Daha açık bir ifade ile destekler, sektör ve şirketler bazındaki dönüşümün ödüllendirme mekanizması olarak kullanılmalıdır.

 

İÇ PAZARA ÖNEM VERİLMESİ VE KOBİ DESTEKLERİNİN DEVAM ETMESİ :

Bu meyanda, KOBİ lerin krizden asgari zararla çıkması önem arz etmektedir. Türkiye, büyümede ihracat kadar artık iç pazarı da esas almalı, istihdam ve üretim açısından KOBİ lerin stratejik önemini tespit etmelidir.

 

Hükümetin, KOSGEB kanalıyla verdiği destekler yerindedir ve bundan sonra da şirketlerin nakit akışı ihtiyaçlarına cevap verecek çözümler üretmeye devam edilmelidir. Bu noktada, yeni devreye girecek KGF sisteminin etkin bir şekilde işletilmesi, büyük önem arz etmektedir.

 

ŞİRKETLERİN İÇE DÖNÜK YAPILANMA FIRSATINI DEĞERLENDİRMESİ :

Bu krizden şirketlerimiz de gerekli dersleri çıkartmalıdırlar. Zira krizler, ekonomide doğru gitmeyen noktaların, sağlıklı olmayan yapıların ortaya çıkmasına vesile olur.

 

İşletmelerimiz krize bu açıdan da yaklaşarak, şirket içi aksayan yönleri tespit edebilir, verimliliği arttıracak şekilde üzerindeki fazla yükleri atıp, kurumsal yapılarını güçlendirebilirler.

 

MİKRO EKONOMİK REFORMLARA ODAKLANILMASI :

Türkiye ulusal tasarrufları, emek piyasasının verimini, ara eleman kalitesini, teknolojiye dayalı Ar-Ge teşviklerini arttırıcı; genel maliyetleri azaltıcı, kamu personel yönetiminde etkinliği sağlayıcı ve girişimcilik ortamını daha çok destekleyici diğer birçok mikro ekonomik reformu yapmaya ve en önemlisi etkin bir şekilde uygulamaya odaklanmalıdır.

 

BÖLGELERARASI GELİŞMİŞLİK FARKLARININ AZALTILMASI :

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde özel sektörün daha fazla yatırım yapması için, pozitif ayrımcılık temelinde, uzun vadeli özel teşvik programları uygulanmalıdır.

 

Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik yatırımlar, bölgenin özelliği itibariyle önemli bir kalkınma sahası oluşturabilecektir. Bu konuda gerekli mevzuata yönelik olarak başlatılan çalışmalar göz önüne alınarak, farkındalığın daha fazla arttırılması gerekmektedir. Zira, yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin dönüşüm büyük çaplı olacaktır ve ilgili aktörlerin dönüşüme uygun bir pozisyon alması fayda sağlayacaktır.

 

MALİ DİSİPLİNİN UZUN VADEDE MUHAFAZA EDİLMESİ :

Hükümet, bir yanda tedbir paketlerini ortaya koyarken, diğer yanda mali dengelerde meydana gelen bozulmayı hafifletecek politikaları da gündeme almalıdır. Zira borçlanma faiz oranları, her ne kadar iktisadi faaliyetteki durgunluk nedeniyle, tarihi bir seviyede düşük olsa da, içerideki borçlanılabilir fonlar sınırlıdır.

 

Bu nedenle, iktisadi faaliyetlerin canlanmaya başladığı bir ortamda, faiz ve enflasyon oranlarındaki mevcut sürecin hızla tersine dönme riski bulunmaktadır. Bu şartlar altında, orta vadeli programın uygulanması kamuya belli bir harcama disiplini kazandırılması açısından önem arz etmektedir.

 

İKİNCİ NESİL REFORMLARIN SÜRDÜRÜLMESİ :

Türkiye, "yönetemeyen demokrasi" zâfiyetine artık bir son vermelidir. "Halk seçer, oligarşi yönetir" dayatmasıyla gidilebilecek bir yer yoktur. Bu yüzden, daha fazla zaman kaybedilmemelidir.

 

İlk olarak; sivil, çoğulcu, temel hak ve hürriyetleri garanti altına alan, kuvvetler arası ilişkileri koruyan ve demokratik yeni bir Anayasaya ihtiyaç vardır. Bununla birlikte Türkiye, özellikle yargı, eğitim ve kamu yönetimi alanlarındaki ikinci nesil reformları bir an önce gündeme almalıdır. Son olarak Türkiye, AB müzakere sürecine hız vererek ilerleme yönünde yeni bir ivme yakalamalıdır.

 

TÜRKİYE FIRSATLAR ÜLKESİ OLABİLİR :

Kriz sonrasında ortaya çıkabilecek yeni durum çerçevesinde, Türkiye önemli bir potansiyel arz etmektedir. Zira Türkiye, katma değer üretebilecek insan gücü, esneklik gösterebilecek dinamik bir sanayi ve hizmet sektörü ile zengin ekonomik kaynaklara sahip bir ülkedir. Bu zor dönem asgari hasarla atlatılabilirse, Türkiye kriz sürecinde ve sonrasında "fırsatlarıyla" ön plana çıkan ülkelerin başında yer alacaktır.

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

08 Haziran 2009

-.-

www.solar-santral.com

www.normenerji.com.tr

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR